Tarihe tanıklık eden bir yazı, yıllar öncesinden...

BATININ YENİ ÇÖKÜŞÜ
Ahmet Cemal


Saraybosna’da görevli bir sanat uzmanının deyişiyle, kültürel varlıklarının yüzde doksanını yaşadığı savaşta yitiren Bosna-Hersek’te olup bitenler, Batı’nın insani değerler sisteminin bütünüyle çöküşünün kesin göstergesidir. Bu sistemin çatısı altında yer alanlar, Batı’nın özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, her fırsattan yararlanarak ve her ortamda en hararetli savunuculuğunu yaptığı, kendine temel aldığını söylediği değerlerdir. Örneğin 1945 yılında, müttefiklerin Almanya’da ilerlemeleriyle birlikte gün ışığına çıkan toplama kampları, daha doğrusu ölüm kampları faciasına ilişkin belgesel filmler, daha onyıllar boyunca ve Batı tarafından, bir ibret dersi niteliğiyle gösterilmiş, Nürnberg’teki yargılamalar sırasında bunların hesabı sorulmuştur.

İkinci büyük savaşın bitiminden neredeyse yarım yüzyıl sonra, gerek ölüm kamplarının, gerekse toplu öldürmelerin Avrupa’nın ortalık yerinde yinelenmesi karşısında aynı Batı’nın tepkileri ise, az sayıda ilaç ve yiyecek kolileriyle, Bosna-Hersek’e gönderilen, fakat kuşatma altındaki kentlerin ahalisini açlıktan kurtaracak gücü sergileyemeyen Birleşmiş Milletler güçleriyle, yine Bosna-Hersek göklerindeki göstermelik devriye uçuşlarıyla sınırlı kalmıştır. İç savaşın başlangıcından bu yana -elbette savaşın çok uzağındaki sıcacık, lüks mekanlarda olmak üzere- düzenlenen sayısız toplantı, Avrupa çapında bir eylemi karar altına almaya yetmemiştir. Bu eylemsizliğin nedeni ise, hiçbir tartışmayı gerekli kılmayacak kadar açıktır: Batı’nın Bosna-Hersek’teki savaşı durdurmakta –kendince!- hiçbir parasal yararı yoktur. İnsani değerleri ise aynı Batı, gündeminden çoktan çıkarmıştır. Bugünün Batı’sı ya da Avrupa’sı için tek insani değer, kendi insanlarının asla çiğnenmemesi, karşı çıkılmaması gereken değerleridir. Bunun dışındakiler ise, ancak parasal yapı taşımları koşuluyla değer sıfatını taşıyabilecek değerlerdir.

Bu nedenledir ki Batı, Irak’ın Kuveyt’i ilhakı karşısında rekor sayılabilecek kısalıkta bir süre içerisinde eyleme geçebilmiştir: Ortadoğu’daki petrol kaynaklarının üzerinde birikebilecek kara bulutların en ufağı bile, Batı’nın çoktandır alıştığı rahat yaşamı ciddi biçimde tehlikeye sokabileceği için. Bosna-Hersek’te ise Batı’nın bu türden bir tehlikeyle karşılaşması söz konusu değildir. Bu durumda günümüzün Batılısı, televizyon ekranlarından Bosna-Hersek’te olup bitenlere ilişkin en korkunç sahneler yansıtıldığında bile, kendi devletinin oralara gönderdiği birkaç ilaç ve yiyecek kolisiyle vicdanının sesini susturmuş olarak bunları izleyebilmekte, dahası, bu çerçeveyi aşabilecek bir eylemi de kendi rahatı açısından tedirgin edici bulmaktadır. Batı, Erasmus’dan ve Montaigne’den Stefan Zweig’a, Romain Roland’a ve Albert Camus’ye uzanan bir hümanizma çizgisine karşı çoktan ihanetlerin en büyüğü içindedir. Burada sözünü ettiğimiz Batı, kendi topraklarında insanlar yakılırken başka toplumlara insan hakları dersleri verebilen, kendi sınırlarında vize kurumu aracılığıyla, dolayısıyla devlet eliyle ırkçılık güdülürken, hala ırkçılığa karşı çıktığını söyleyebilen, kendi başkentlerindeki elçiliklere düzenlenen saldırıların değil, o elçilikleri savunma eylemlerinin hesabını sorabilen, insan olmanın en temel nitelikteki ahlaki değerlerini bile çoktan yitirmiş bir bütündür.

Bundan böyle Türki’ye düşen ise, böyle bir Batı karşısında, Batı’nın hangi değerlerine yakınlık göstereceğini çok, ama çok iyi düşünmektir. Bu arada eğer gerçekten değer niteliğini taşıyan kimi değerlerin benimsenmesi aynı zamanda Batı’nın o değerlere ihanet etmesi eylemini paylaşmak anlamını taşıyacaksa, Türkiye’ye düşen, buradaki ayrımı çok iyi gözetmektir. Batılılaşma, ülkemiz bakımından asla Batı’nın değerler sistemine yönelik ihanetleri de benimsemekle eşanlamlı olamaz, olmamalıdır. Bilindiği gibi, çok dikkatle kullanılması gereken, bu dikkat gösterilmediği takdirde bağnaz bir Batı düşmanlığı anlamını kazanabilecek bir kavram vardır: Kültür emperyalizmi. Kanımca bu kavramı bir de ele aldığımız bağlamda irdelemek, aydınlatıcı olabilir. Yanlış olan, bir önyargının etkisiyle, Batı ile kültürel ilişkiler kurulmasına toptan karşı çıkmaktır. Gelgelelim bir devlet, vatandaşlarına – o da belki!- topraklarına girme izni vermek için konsolosluk kapılarında en onur kırıcı davranışları layık gören ülkelerin bu tutumlarını, o ülkede resmi kültürel ilişkiler kurma ya da var olan ilişkileri gözden geçirme bağlamında önemsemiyorsa, kendini gerçekten bir tür emperyalizme de açmış demektir. Çünkü vizeli kültür’ün gerçek adı, resmi ırkçılık’tan başka bir şey değildir.

Bir yandan Bosna-Hersek’te yaşananlar ve bunlar karşısında Avrupa’nın o kan çanağına dönmüş umursamazlığı, öte yandan kendi ülkemizdeki konsoloslukların önünde, ellerinde tapularıyla ve o konsolosluğun ülkesi bakımından zararsız olduklarını göstermeye yarayan başkaca belgeleriyle bekleyenlerin durumları her gün gözümüzün önündeyken Batı üzerinde daha titiz düşünmek, Batı’nın gerçek değerlerinden uzaklaşmak değil, fakat ancak o değerleri Batı’ya rağmen savunmak anlamını taşıyabilir…


Kaynak: 11.11.1993, Cumhuriyet

Comments

Popular posts from this blog

MİLETOSLU FİLOZOFLAR: THALES, ANAKSİMANDROS VE ANAKSİMENES

İoanna Kuçuradi filmi

Vehbi Hacıkadiroğlu'nun Vefatı