Avrupa Düşüncesinin Yıkımı


Tarihe ve düşünce tarihine tanıklık eden bir başka yazı:

AVRUPA DÜŞÜNCESİNİN YIKIMI
Ahmet Cemal


Bir zamanlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde de dersler vermiş olan tanınmış filoloji uzmanı Prof. Dr. Erich Auerbach (1892-1957) “Dünya Edebiyatının Filolojisi” başlıklı denemesinde geleneksel filolojinin çöküş belirtilerini, üretken bir Avrupa düşüncesinin de yıkıma sürüklenmesi diye nitelendirir. Batı edebiyatında gerçekliğin betimlenmesini ve bu edebiyatın üslup kökenlerini konu alan “Mimesis” adlı eseriyle dünya çapında ün kazanmış olan Auerbach, işin kolayına kaçmaktan yana bir tekdüzeleştirme çabası sonucu ortaya yapay bir ortak edebiyatın çıkarılmaya çalışılmasını, Avrupa düşüncesinin kendi yaşam kaynaklarından uzaklaşması sayar. Prof. Auerbach’a göre bu kaynakları oluşturan öğe, tek tek ulusların kendilerine özgü farklılıklarıdır.Bu farklılıkların olabildiğince giderilmesi, yerlerine zorlama ortaklıkların geçirilmesi hedefine yönelik çabalar, yazara göre “hiçbir şeyle giderilemeyecek bir yoksullaşmadan” başka bir sonuç doğuramaz. Auerbach, bu bağlamda şöyle der: “Daha şimdiden, kaynağını tarih bilincinden yoksun bir eğitimde bulan böyle bir yoksullaşmanın tehdidi altındayız. Bugün ne olmuşsak, bunu tarihimizin akışı boyunca olduk. Bu nedenle varlığımızı ancak bu tarihsel akış içerisinde kalmayı sürdürebildiğimiz takdirde geliştirebiliriz; bu durumu belleklere unutulması olanaksız biçimde yerleştirmek, zamanımızın dünya filologlarının görevidir…”


Auerbach’ın burada sözünü ettiği kültürel farklılıklar, sonuçta toplumları bağnaz tutumlara sürükleyebilecek tek boyutlu düşünceler değildir; vurgulanan gerçek, çeşitli renklerden oluşma bir tablonun tek bir tablo niteliğini koruyabilmesi için tek tek renkleri yadsımanın gerekli olmadığıdır. Belki de durum, tam tersinedir ve tablo, tablo olma niteliğini asıl renkleri yadsındığında yitirmeye başlayacaktır.



Stefan Zweig, benzer düşünceleri “Tarihel Gelişimi İçinde Avrupa Düşüncesi” başlıklı ünlü denemesinde savunurken şöyle der: “Uluslara gelince, onlar da yalnızca kolektif bireyler değil midirler? Bu nedenle uluslar da bu ikili eğilimin, yani bir yandan bireyselliklerini, kültürel kimliklerini ulusal düzeyde vurgulamak, öte yandan da aşılanmak ve kendi zenginliklerini başka uluslara aşılamak amacıyla sürekli olarak uluslarüstü toplulukları aramak eğilimin egemenliği altındadırlar…” Zweig’ın burada sözünü ettiği uluslarüstü topluluk, ortak Avrupa düşüncesinin ürünü olarak ortaya çıkacak topluluktur. Bu topluluk bir yandan bir ortak değerler bilincini geliştirirken bu değerlerin ancak yukarıdaki alıntıda sözü edilen “kolektif bireylik” korunabildiği sürece ayakta kalabileceğini bir an bile unutmayacaktır.



Günümüz Avrupa’sına gelince; ekonomik ağırlıklı bir ortaklığın tinsel düzeyde özlenen bir ortak Avrupa’yı da yaratmaya yeteceğine inanılması, Amerikan kaynaklı bir tüketim toplumu modelinin üniformasını giyen ulusların düşünce düzeyinde de birbirlerine yaklaşabileceklerinin, hatta kaynaşabileceklerinin sanılması, böyle bir üniformanın gerekliliğine gittikçe daha yoğun düzeyde inanç beslenmesi sonucu bu uniformayı giymek istemeyenlerin dışlanması ya da görmezlikten gelinmesi, sonuçta ortaya “Avrupalı” olmayı neredeyse “insan” olmaya yeğleyen birtakım yaratıkların ve bu yaratıklardan oluşma bir toplumun çıkmasına neden olmuştur. Bu yaratıklar için bir zamanlar belki de Avrupa henüz en kanlı sayfalarını yazarken Montaigne’ler, Erasmus’lar, Bacon’lar, Thomas Morus’lar tarafından temelleri onca güçlükle atılmış insanlık idealleri, görkemli konferans salonlarının süsüdür: Aynı salonlarda gerçekte yaşanan ise şimdi Bosna-Hersek topraklarının kanlı gübresini oluşturan bir düşünce masturbasyonundan başka bir şey değildir. Sözü edilen yaratıkların belki de tek acınası yanları ise Gorajde mezarlarının gerçekte tarih boyunca Avrupa’yı insanlara yaraşır bir Avrupa olarak var etmeye çalışmış bütün ideallerin ve değerlerin mezarları olduğunu göremeyişleridir…



Körfez harekatı sırasında petrol kaynaklarından yoksun kalmamak kaygusuyla Irak’a yağan bombalara alkış tutan Avrupa, şimdi kendi göbeğinde kan gölüne dönmüş bir ülkenin trajedisine, o ülkenin kendisine sağlayabileceği hiçbir parasal yarar bulunmadığı için seyirci kalabilmektedir. Avrupa tablosu bütün renklerini giderek yitirirken Zweig’ın sözünü ettiği kolektif kimlik, yerini hızla kanlı bir suç ortaklığına bırakırken insanların değil, fakat bir zamanlarki insan soyunun yozlaşmış kalıntılarının çoğunlukta olduğu bir Avrupa Birliği, artık yalnızca dünya petrolü tehlikeye girdiğinde anında harekete geçecek kadar onurunu yitirmiş bir örgütün, Birleşmiş Milletler’in şemsiyesi altında ölüm dansını yapmaktadır.


Gorajde, artık hiçbir Schinler’in hafifletemeyeceği bir büyük utancın adıdır ve bundan böyle ortak bir Avrupa’ya en yakışacak bayrak, minik gülümsemeleri bitmeden dudaklarında donmuş, ölü Gorajde çocuklarının kırmızı bir beze çıkarılmış grup fotoğraflarıdır…


Kaynak: 21.04.1994, Cumhuriyet, Odak Noktası köşesi.

Comments

Popular posts from this blog

İoanna Kuçuradi filmi

MİLETOSLU FİLOZOFLAR: THALES, ANAKSİMANDROS VE ANAKSİMENES

Vehbi Hacıkadiroğlu'nun Vefatı